Avrupalılaşmak mı,Avrupalılaştırmak mı?

Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?

CEMİL MERİÇ, Gerçek dergisi, Ağustos 1978, cilt 1, sayı 2

Batı dillerinde karşılığı olmayan bir mefhum; Çağdaşlaşmak; cıvık, korkak, mur­dar... Bu habis kelimeyi, lügat hazinemizden tardetmedikçe, düşünce selâmetine ulaşamayız. Gerçi Avrupa da şuurumuzu bulandır­mak için, nice lafızlar icad etmiş. Ama hiçbir emperyalizm, çağı tek başına temsil et­mek gibi abes bir iddiaya kalkışmamıştır. Hıristiyan dünyanın son keşfi, 'azgelişmişlik'. Asırlık hezimetlerin öcünü almak için uydurulmuşa benzeyen bu sefil kelime müstağriplerimiz tarafından hararetle benimsen­di Neden azgelişmiş, niçin azgelişmiş, kime göre azgelişmiş?


Tarih sahnesine çıkan bü­yük medeniyetler birbirine eşit değerdedir. İslâm -Türk medeniyeti, bu medeniyetler içinde en parlak, en uzun ömürlü, en zinde medeniyetlerden biridir. Medeniyetin tek öl­çüsü vardır: insana verdiği değer.


Türk-İslâm dünya görüşünde, insan, Tanrı'nın bîr nusha-yışürasıdır. Tabiatın dı­şında İmtiyazlı bîr yeri vardır. Bu itibarla mukaddestir. Türk - İslâm dünya görüşü, İnsan haysiyetine büyük değer veren, bu haysiyeti inancın ve düşüncenin bütün belirtilerinde görmesini bilen bir idrâktir. Vazge­çilmez îcâbları adalet, eşitlik, hürriyet ve müsamahadır. Türk - İslâm medeniyeti bu ide­alleri gerçekleştirdikten sonra, her mede­niyet için mukadder olan bir çöküş ve çözü­lüş merhalesine ulaşmıştır. Zaten doğunun ve batının bütün büyük târih felsefecileri medeniyetin, kavimlerin târihinde böyle çıkış ve iniş merhaleleri olduğunu kabul ederler. Demek ki, bizim için bir «geri kalmışlık»söz konusu değildir. Zirveye vardıktan sonra yükselecek başka irtifalar olmadığı için, yü­rüyüşe devam etmek, ister istemez alçalmaktı. Batı'nın abeslerine îtibar etmek bu alçalışı büsbütün hızlandırdı. Rodinson, çağ­daş dünyayı, sanayileşmiş - sanayileşmemiş diye ikiye ayırıyor. Daha aydınlık, yâni daha ilmî bir sınıflandırış. Değer yargısı belirtmi­yor; sanayileşmek iyi de olabilir, kötü de. Daha doğrusu sayısız mahzurları olan bir mecbûriyet-i elîme. Azgelişmiş yalanı, sö­mürgecilerin kendilerine vesayet hakkı hazırlamak İçin uydurdukları bir mahkûmiyet kararı. Ah bu Avrupa! İngilizler dünyanın en büyük medeniyetlerinden birini yok ederler; Hind'de kasırga gibi eser, tezgâhları sö­ker, mâbed taşlarını müzelere aktarır, insan­lığın yüzünü kızartacak zulümler icad eder­ler. Bu habasetler insansever Marx'a latifeler ilham eder: «Doğuda içtimaî değişiklikler ancak Avrupa'nın istilâsı sayesinde ger­çekleşebilir... aferin İngilizlere, istikbâlin büyük Hindistan'ını yaratmak, yâni Hind'i çağ­daş medeniyete ulaştırmak İçin bu sıkıntıla­ra katlandılar»der. «Sanayi bakımından ge­lişmişülke, azgelişmişülkeye geleceğin imajını sunar sâdece.»

Marx bu sözü niçin söylemiş, anlata­lım: İngiltere'de kapitalizm gelişmiş. Sana­yi İnkılâbı bütün ihtişam ve sefâletiyle fer­man ferma; Almanya ise millî birliğini bile kuramamış henüz. Sanayi alanında ise geri mi geri. Yazar Alman okuyucusunun dikka­tini çekmek istiyor konuya. Sana anlattığım, kendi hikâyendir, diyor. Çünkü her toplum aynı merhalelerden geçecektir. Yarın sen de İngiltere gibi olacaksın. Bu hüküm çağdaş düşünceye Vico'nun armağanı, Vico'nun ve Auguste Comte'un: Her ülkenin târihi aynı istasyonlardan geçmek zorunda.

MODERNLEŞME

Asrımızın en büyük içtimaî İlimler An­siklopedisi Modernisation'a ayırdığı oldukça uzun bir incelemeyi Marx'ın yukarıdaki cümlesiyle başlatır. Modernisation, eski bir ola­yın (sayrûre) zamanımızdaki adıymış. Sos­yolog buna: «Azgelişmişülkelere, gelişmiş ülkelerin vasıflarını kazandıran sosyal de­ğişme süreci.»diyor. Azgelişmiş, çok geliş­miş ne demek? Bu değişme kendiliğinden mi oluyor, yoksa dış müdahalelerin eseri mi? Yazar devam ediyor: «Emperyalizm çağında, geleceklerinin imaj veya tasvirleri, sömürge halklarına sömürgecileri tarafından sunulu­yordu. Hind'den söz edilirken İngîlizleşiyor deniyordu, Hindiçin'den söz ederken Fransız laşıyor.»Demek ki sömürge halkı için ideal (yâni bugünkü tâbirle modernisation), efen­dilerine benzemekten ibaretti. Sömürge hal­kına bu yanlış hedefi telkin edenler kimler­di? Müstevliler. Gaye, onlardaki direnişi yok etmek, kişiliği öldürmekti. Ansiklopediyi okuyalım: «Uzun süren sömürgecilik yılları, emperyalist rejimler arasında —millî menşe­leri bir yana— büyük benzerlikler olduğunu gösterdi; eski dar deyimler kullanılmaz ol­du. Avrupalılaşmaktan söz edilmeğe başlan-dı.»

Görüyoruz ki, «çağdaş uygarlığın»tem­silcileri mağlûblara önce kendilerini örnek gösteriyorlar, sonra mensub oldukları ca­miayı, yani Avrupa'yı. Avrupa'lılaşma'nın Avrupalılar'ca ne manâda kullanıldığını aşa­ğıda anlatacağız. Şimdi düşman ülkelere tek­lif edilen daha sonraki modellere göz ata­lım: "II. Dünya Savaşı Avrupa devletlerinin zayıflayışına ve Amerikan nüfuzunun yayılı­şına şahid oldu. Batı dilleri yeni bir keli­meyle zenginleşti: Amerikanlaşma. Avrupa Amerikanlaşıyordu. Ama dünyanın gerî kalan bölgeleri söz konusu olunca kullanılan keli­me Batılılaşma idi. Ne var ki, savaş sonrası yılları bu daha geniş tâbirin de lüzumundan fazla dar olduğunu isbat etti. Daha topyekûn bir tâbire ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı karşıla­mak için modernisation kelimesi uyduruldu.

Modernisation, gerek bütün modernleş­miş ülkelerin —ister Sovyetler Birliği ve Ja­ponya gibi doğulu— başarıdaki benzerlikleri­ni; gerekse modernleşmekte olan toplumkların —nerede olurlarsa olsunlar, nasıl bir gelenekleri bulunursa bulunsun— amaçlarındaki benzerliği tek kelimeyle belirtiyordu. Görülen benzerliğin esası iktisâdi idi. Top­lumlar iktisadî başarılarının bütünü göz önünde tutularak sınıflandırılıyor, karşılaştırı­lıyor ve değerlendiriliyordu: Tek sağlam ölçü buydu. Bu İnkişafı İnceleyen iktisatçılar, baş­lıca konularının, W. Arthur Levîs'in söyleyişîyle nüfus başına düşen gelirin artışı ol­duğu kanâatine varınca ileri doğru bir adım atılmış oldu. Bu basit ve İşlemsel tanım hem iktisâdi gelişmenin özlenen sürekliliğini hem de bu süreklilik boyunca başarı se­viyelerinin mukayeseli ölçüsünü belirtiyordu. Böylece iktisâdi gelişmenin tahlilini belli bir mihraka bağlıyor ve modernisatîon'unun sos­yal bir vetire olarak en anlaşılır tahlilini vur­guluyordu. Demek ki, modernîsation, sosyal bîr değişme vetiresidir, bu vetirenin başlıca unsuru iktisâdi gelişmedir. Modernîsation, sosyal bir çevre yaratır; nüfus başına gelir artışını fiilî olarak gerçekleştiren bir çevre. Zîrâ verimin fiilî olarak artması için yükse­len ferdî geliri üretip tüketen insanların kendi üretici güçlerini artıracak ve bu davranışı topluma yayacak kadar oyunun kaidelerini anlamış ve benimsemiş bulunmaları lâzım­dır. Harold D. Lawsell (1965) doğru söylü­yor: Böyle bir kazanca dönük davranışa sâhib olmak için, iktidar, saygı, doğruluk, sevgi, refah, beceri ve bilgi bütün sosyal değerle­rin yeni baştan düzenlenmesi ve yeni baştan paylaşılmasına İhtiyaç vardır.»

AVRUPALILAŞMA (1)

Avrupalılaşmaya gelince; bîr kıt'a, bir medeniyet camiası hüviyetini nasıl değişti­rir; daha doğrusu değiştirebilir mi? Asya Asya'dır, Avrupa Avrupa... Kelime, Batı'nın yükselme devrinde, batılı sömürgeciler ta­rafından uydurulmuştur. Tanzîmât İntelijansiyasının meçhulü olan bu mefhum sonraları bir bayrak olmuş... Târihlerinden kopan bîr avuç şaşkının omuzladığı bir teslimiyet bayrağı. Bir iflâsın ifadesidir Avrupalılaşma, bir inkâr çılgınlığı, bir intihar kararıdır. Emper­yalizmler kabza-i teshirine geçirdiği ülkeleri yok etmek için, onları kendilerine benzetmek isterler. İngilizler ingilizleştirmek, Fransız­lar fransızlaştırmak, Portekizliler portekizlileştirmek peşindedir önceleri. Hıristiyan kor­sanların istilâ sınırları genişledikçe bu tâbirler yetersiz gelmeye başlar. Daha müp­hem, daha kucaklayıcı, daha yumuşak bir tâ­bir keşfedilir: Avrupalılaştırmak. Giderek bu mefhum da fazla sert, fazla dar, fazla gu­rur kırıcı bulunur. Yerine yeni bir yalan bayraklaştırılır: Batılaşma. Şuurlanan Doğu bu kelimeden de tedirgin olunca, modernisation sahneye çıkarılır.

Çağdaşlaşma bir yana, bütün bu lâfızlar Avrupa'nın zâde-i mel'anetidir. Yabancılaşan aydınlarımız, nezleye yakalanır gibi yakalan­mış onlara. Ne mâhiyetlerinden, ne târihlerin­den haberleri var. Bu itibarla düşmanlarımı­zın, istismarlarını gizlemek için uydurdukları bu yabancı kelimelerden ne anladıklarını açıklamak, çalışmamızın ilk faslını teşkil ede­cektir.

En geniş malûmat 1931'de yayımlanan İçtimaî İlimler Aksiklopedisi'nde. On beş büyük sütun Europenisation maddesini hü­lâsa edelim. G. Young diyor ki:

Avrupalılaşma sözü, modern Avrupa'da kurulan ve Rönesansın, Protestanlığın, sana­yi inkılâbının ürünü olan belli sosyal sis­temlerin nüfuz yolu ile Asya, Amerika, Afri­ka kültür ve medeniyetleri üzerinde yaptığı tesirleri belirtmek için kullanılır.

Yazarın bu ifâdesini aydınlatmağa çalı­şalım: Avrupalılaştırma, Avrupa'ya has içti­maî bütünlerin (sistem Asya, Amerika, Afrika kültür ve medeniyetlerini istilâ etmesidir (Yazar, «permeation» kelimesini kullanıyor: Nüfuz etme, sızma, yayılma, içine geç­me). Bu nüfuz, telkin yoluyla mı, özendirme yoluyla mı, savaşla mı gerçekleştirilecek, belli değil. Daha doğrusu durumun icâblarına göre her üç yoldan.

Bu içtimaî sistemlerin vasıfları da şunlar: Avrupalılaştırma; siyasî bakımdan de­mokrasi fikrini, iktisadî bakımdan ferdiyetçi kapitalizm ve rekabet ülküsünü empoze et­mek; daha girift, daha âdil, fakat daha az verimli ve ilerlemeye daha az elverişli kollektivist ve komünal medeniyetleri kontrol altına almak; sanayide el tezgâhının yerine fabrikayı ve dökümhaneyi geçirmektir. Ter­biye alanında avrupalılaştırma ise, Avrupa dışındaki kıt'aları Avrupa ilimleri elde ede­rek, maddî hattâ manevî kazançlar sağlaya­caklarına inandırmak, misyonerin Kitab-ı Mu-kaddes'i, tüccarın malları, idarecinin iyi ni­yetleri aracılığıyla, kabîle geleneklerini yık­mak ve israfı önlemek.

Avrupalılaştırmanın Asya üzerindeki tesiri, gerek târihî, gerek sonuçlan bakımın­dan Amerika'lara ve Afrika'ya tesirinden çok farklı olmuştur, olmaktadır, olacaktır. Bir kelimeyle Avrupa'nın başlıca dâvası Asya'nın direncini kırmak, onu kendine benzetmek ve gönlüne göre istismar etmektir. Afrika'nın kabîle kültür ve medeniyetleri şimdiden Avrupa'nın baskısı altındadır ve eninde so­nunda Avrupa ferdiyetçiliğinin ve sanayii­nin taarruzuyla yok edilecektir; çünkü kuzey ve güney Amerika medeniyetleri Anglo-Sakson sömürgeciliğinin ve Lâtin ticarî nüfuzu­nun baskısı yüzünden aynı akıbetle karşı karşıyadırlar; oysa Asya'da Batı medeniyeti­nin ferdiyetçilik, sınâyileşme, ticarî zihni­yet, yani kapitalizmle İslâmiyetin veya Bu­dizmin kolektivizmi, komünizm'i, militarizm'i ve mistisizm'i arasında her zaman medd-ü ce­zir vardır. Amerikan yerlileriyle Afrika zen­cilerinin, Arapların, Berberilerin iki şıktan bi­rini seçmesi gerekiyordu: Avrupalılaşmak veya yok olmak. Asya hiç bir zaman böyle bir mecburiyetle karşı karşıya gelmemiştir.

İki kıt'a arasındaki hâkimiyet savaşı târih öncesine kadar uzanır, Asya'nın ilk Avrupalı­laşması taş devrine rastlar, Young'a göre. Doğu'dan gelen Aryalı akıncılar İranla, Hind'i ele geçirirler; bu Avrupalılaşma Mısır, Bâbil, Pers ve Grek medeniyetlerine kadar sürer. Avrupa'nın zaferini gerek Tevrat'ın kehânetler faslı gibi eski siyâsî eserlerde, gerek arkeolojik araştırmalarla gün ışığına çıkan vesikalarda görmek kabildir. Bu ilk Avrupalılaştırmanın son dalgaları, Cyrus devrinde [549-529 M.E.) Aryalı Persler'in, iki asır sonra İskender devrinde, Aryalı Grek ve Makedonyalıların Mısır, Bâbil ve kuzey Hin­distan'a yaptığı istilâlardır.

İki kıt'anın kaderi o çağlardan beri ta­ayyün etmiş. Young'a göre... Kişilikleri billurlaşmış.. Kendisini dinliyelim:

O çağlarda bile iki kıt'a arasındaki temel farklar açıkça belirmiş bulunuyordu. Bugünkü Avrupalılaş­tırmanın esaslarını, Yunan kültüründe bula­biliriz. Nitekim geçen asrın Asya medeniyet­lerinin ve sosyal sistemlerin esas­larına da o çağlardaki Asya imparatorluklarında rastlamak kabil. Yeni Avrupalılaştır­manın zamanımızdaki devresinde Asya dev­letlerine ilk kabul ettirilen felsefî ve siyasî nazariyelerin Eflâtun ve Aristo'nun fikirle­rinde Atîk ve Ege medeniyetlerinin müesse­selerinden ilham alması tesadüf eseri de­ğildir sadece. Bu Avrupalılaştırma dönemi Dara ve Keyhusrev'in Avrasya imparatorluklarıyla Aryen Greklerin Avrupa site devletleri arasındaki savaşlarla sona erer. Elen im­paratorluğunu Dara İmparatorluğunun sınır­larına kadar genişletilen ve bir dünya devleti idealini gerçekleştiren İskender fetihleri Av­rupa taarruzunun sonuncusu oldu. O târihler­den sonra teşebbüs Asya'nın eline geçer. Roma'nın Asya imparatorluğu (189 M. E-330 M.S) bir taarruz ve müdafaadan ibarettir; bu imparatorluğun vârisi oİan Greko Bzantin (330-1204) imparatorluğu, Lâtin imparatorlu­ğu (1261 -1453), Asya hâkimiyetine karşıümitsiz bir savaşa giriştiler. Bu dönemdeki Avrupalılaştırma hamleleri eskilerine kıyas­la cansızdır. Ve Avrupa hâkimiyetinde bir düşüş görülmeye başlar. Lâtin ve Haçlı seferlerinden doğu Avrupa'da ve batı Asya'da kurulan devletler, İskender fetihlerinin sonunda kurulan Helenistik devletlerden bile daha kısa ömürlü oldu. Cereyan (tide) Asya­nın lehine dönüyordu.
Avrupa ile Asya arasındaki merkezî köp­rü (yani İstanbul) Bizanslılar tarafından ko­runduğu için Asyalıların Batı Dünyasına taar­ruzu, güneyden Kuzey Afrika yoluyla İspan­ya'ya, Fransa'ya, kuzeyden de Rusya yoluy­la Balkanlara, hatta Baltık Denizi'ne kadar yönelmek zorunda kaldı. Daha sonraki Mo­ğol göçebelerinin taarruzu tesiri bakımın­dan en uzun ömürlü olmasına, ve bu bölge­nin Asya'ya katılmasına sebep teşkil etme­sine rağmen, pek önemli sayılmaz. Diğer taraftan Kuzey Afrika'yla İberya Yarımadası'nın İslâmiyet'ten gelen hamle gücüyle ve Arap fetihlerinin hızıyla Sami kavimler tara­fından Asyalılaştırılması Orta Çağda mede­niyet tarihinin en esaslı akımını teşkil et­miştir. Bu dalga 732 de Charles Martel ve Franklar tarafından Tours'da durdurulduğu zaman en yüksek noktasına varmış bulunu yordu. 1453'de İstanbul düştü, bu iki yanlı taarruz da gerilemeğe yüz tuttu; daha sonra Asya'nın merkezden Avrupa'ya doğru ilerle­yişi 1683'de Viyana'da durduruldu. (Sobieski ve Polonyalılar)

Bunun üzerine teşebbüs Avrupa'nın eline geçti ve Avrupalılaştırma çağı başladı; XVIII, XIX ve XX. asırlarda devam eden ve ken­dini târihe ve politikaya terakkî-i âlemin sürekli görünüşü olarak kabul ettiren Avrupa­lılaştırma.

Asya'dakî Araplar'ın, Türkler'in Avrupa' yı atfetmelerine sebep, toplumlarının Avrupa toplumlarından daha medenî oluşuydu. Asya, Yunanlılar'ın, Mısırlılar'ın, Babiller'in kültür mirasından daha çok faydalanmıştı. Asya'nın idare tarzı mâkul ve âdilâneydi. Avrupa'nın feodal sistemi ise buna kıyasla ilkel ve in­safsızdı.


Hıristiyan Dünya'da mezhep kavgaları, iç savaşlar hüküm sürerken îslâmda dinî asa­biyet ve içtimaî dayanışma vardı.

Elizabeth devrinde bile, Osmanlı adaleti­nin başarısını, Osmanlı nizamını incelemek için İngiltere'den İstanbul'a bir heyet yol­lanmıştı. Savaşta hafif süvarilerin, ağır topçula­rın, bando mızıkanın kullanılması Türklerden öğrenilmiştir.

Avrupa nın Asya’ya son taarruzunu kolaylaştıran Osmanlı devlet ricalinin tereddisi oldu Bu zümre fesada uğradı önce, kendi teb'asıyla arası bozuldu (Türkler, Rum lar, Slavlar, Araplar Ermeniler), sonra civar ülkelerle ve tum Hıristiyan dünyasıyla. Avrupalılaştırma davasının siyasi veçhesi olan «Şark Meselesi» Avrupa’nın modern ilmi düşünceleri ve sosyal müesseseleriyle Orta Çag İslam Devleti arasındaki çatışmadan ibarettir (conflict).

Bu nizamın koruyucusu Osmanlılardı. Asya'nın eski kültürlerini adetlerini ve kanunlarını sürdürmekteydiler. Nitekim Bizans İmparatorluğu da Asya'daki yeniliğe karsı Avrupa nın eski medeniyetlerini korumağa çalışmıştı. Asya'daki bölünme (tefrika] Bizans İmparatorluğu’nun çöküşünü geciktirmiştir. Avrupa’nın da birbirine rakip milli devletler arasında bölünüşü de Devleti Aliye’nin çöküşünü geciktirdi. Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için girişilen her teşebbüs başarısızlığa uğradı XVIII. asırda II. Katerina ve Pitt tarafından girişilen teşebbüs- den tutun da, XIX. asırda Çar Nicholas'ın I. Dünya savasından sonra Fransız, İngiliz ve İtalyanların parçalama teşebbüslerine kadar. İstila yoluyla başarılmak istenilen bütün bu Avrupalılaştırma hareketlerini düvel-i muazzamanın rakip emperyalizmleri köstekledi ve sonunda bu kavimler arasındaki milliyetçiliği akamete uğrattı. Osmanlı ülkesine yerleşmek ve onu istismar etmek isteyen devletlerin birbirini kovalayan gayretleri başarıya ulaşamadı.

Napolyon devrinde Fransızlar, Bab-ı alinin patronları, hocaları ve hamileri oldular. İngilizler, Stadford Canning'in yönetiminde, her derde deva diye sundukları temsili hükümet ve ademi merkeziyetleriyle (provincal autonomy) imparatorluğa yeni bir nizam vermeğe kalktılar. Sonraları Birinci Dünya Savaşına kadar Almanlar aynı işi ele almışlardır. Bu teşebbüslerin hepsi de semeresiz kalmıştır. Doğu Avrupa ve Batı Asya'daki İslam devleti emperyalizmin Avrupalılaştırma teşebbüsüne karsı nüfuz edilmez bir kaleydi. Neden? Zira daha önce Avrupanın milliyetçiliği sokulmuştu bu ülkeye. Avrupa devletleri, devlet-i Aliyyenin tebası olan çeşitli kavimler tarafından bölüşülmesine, yani bu kavimlerin hükümran birer devlet olmasına taraftar değildi henüz, gerçi daha önce bu si­yâset, gayri-müslim teb'anın hâmisi olan Rus­ya tarafından takip edilmişti. Böylece geçen asrın sonlarında Devlet-i Aliye nasyonaliz­min Asya içlerine yayılmasını önlemek için Avrupa diplomasisi tarafından sun'î olarak ayakta tutulmuştu. Bu arada, biri kuzeyden, diğeri güneyden Asyayı kuşatan iki hareketle emperyalistik Avrupalılaştırma sür'atle geli­şiyordu. Asyaî bir camialar topluluğuyken Büyük Petro tarafından Avrupalılaştırılan Rus­ya İmparatorluğu, Doğuda Pasifik'e kadar ya­yılmış bulunuyordu. Sonra da güneye doğru, transkontinantal bir cephe boyunca Asya'­nın belkemiği (dorsal ridge) arkasında ve bu bölgeyi aşarak, Orta Asya ve İran'a ve Altaylardan Moğolistan'a, Mançurya ve Vladivostok'a kadar ilerliyedursun, XVIII. Yüz­yılda Fransız ve İngiliz deniz imparatorlukları, XVI. asırda Portekizlilerin, XVII. asırda Hollandalıların yolundan giderek ticaret ve sömürge üslerine yerleşiyorlardı. XIX. asır içinde İngilizler sınırlarını İran, Afganistan, Orta Asya'da Rusya içlerine kadar genişlettiler. Çin ise İngiltere, Fransa, Almanya, Avrasya ve Avramerika devletleri arasında yağ­lı bir kemik gibi çekişme mevzuuydu.

JAPONYA'NIN AVRUPALILAŞMASI :

Japonya'nın beklenmedik ve şaşırtıcı Av­rupalılaşması ispat etti ki; emperyalistler tarafından girişilen Avrupalılaşma, milliyetçilik icabı diye sunulunca, cânu gönülden benimse­necektir. Japonlar, adalarında Avrupalılaşma­ya doğrudan doğruya ve zorlama yoluyla mâ­ruz kalmamışlardır; Avrupalılaşma onlara dolaylı olarak ve demokratik yoldan Ameri­ka tarafından telkin edilmiş, Çin'den alınan Asyaî bir kültür ve medeniyeti kendine yar­dımcı olarak bulmuştur. Bu itibarla, Avrupa medeniyetini kolayca ve tahâlükle kabul et­miştir. Japonya pek kısa bir zamanda (bir nesillik) yalnız Avrupalılaşmış bir millet ol­makla kalmamış, Çin Asya'sına taşmak için Avrupa devletleriyle yarışa girmiş, sadece ti­carî pazarlar peşinde koşmamış, nüfus artışını boşaltmak için sömürgeler de aramıştır.

Not: Sitemizin ziyaretçilerinden Yunus Topuz'a bu makaleyi gönderdiği için teşekkür ediyoruz.



www.CemilMeric.net



Önce kelimenin müştaklarını tanıyalım. Europeaniser yahut europeiser; avrupalılaşmak veya avrupalaştırmak, Avrupa yaşayışına uydurmak. (Mey­dan Larousse kelimeyi avrupalılaşma ile karşılamış ve tarifi şöyle çevirmiş: Avrupalıların fikirlerini ve davranışlarını benimseme. Oysa asıl metindeki mânâ avrupalılaşma değil, avrupalılaştırmadır.)

Europeisation: Avrupa tarzında ekonomik veya politik bir organizm kur­mak. (Meydan Larousse: Avrupa'ya has vasıfları hâiz iktisâdi ve siyasî bir teşkilât kurulması, diyor.)... Böyle bir teşkilâta katılmak. Bir devletin ekono­misini Avrupa iktisadî konjonktürüne göre ayarlamak. Bu kifayetsiz tarifleri 1970'lerde yayımlanan Büyük Larousse'den alıyoruz.

Webster sözlüğü (II. baskı 1957) şu izahatı veriyor :

Europeanize; Avrupalılaştırmak veya Avrupalılaşmak: Davranış veya mi­zaç bakımından Avrupalıya benzemek; Avrupa yaşayış tarzını benimsemek.

Paul Robert'in lügati biraz daha zengin:

Europeaniser fiili 1830'larda kullanılmağa başlamış. Manâsı: Avrupa me­deniyetine, Avrupa zihniyetine uydurmak.

Europeanisme de geçen asırda doğan bir kelime: Avrupalı mizacı, özelliği.

Daha eski bir sözlük (Larousse'un 17 cildlik ansiklopedik lügatinde Europeanisme'i tek millet olarak düşünülen Avrupalıların siyasî birliği, diye ta­nımlıyor.).

Görüyoruz ki, Europenisation bel kemiği olmayan seyyal bir tâbir. Hem Avrupalılaştırma, hem Avrupalılaşma. Lügatler çorak ve kısır. Kelime Batı'nın iktisat ve sosyoloji kamuslarına da alınmamış.
http://www.cemilmeric.net/

Comments

Popular posts from this blog

Üsküp'teki Türk Çarşısı yıllar sonra canlanıyor

Din Anlayışındaki Farklılıkların Nedenleri

Cyprus Peace Talks