tul-i emel

Gemide çalışırken bir gemici ile namaz konusunda sohbet ediyorduk. Bu genç annesinin ısrarına rağmen bir türlü namazını düzenli olarak kılamadığını söyledi. Kendisine Risâle-i Nur’dan namaz ile alâkalı bir çok önemli bahsi anlattım. Fevkalâde hoşuna gitti, fakat sonradan öğrendiğime göre yine namaza başlamamış. Bu sefer ben onu dinleyeyim dedim, belki bu soruna bir çare bulabilirim diye düşündüm. Bana namaza defalarca başladığını, fakat bir türlü devamlı hale getiremediği için üzüldüğünü ve namazı terk ettiğini hatta bu sonuç karşısında kendisine kızdığını söyledi. Benim ısrarla namaza başlaması gerektiğini söylediğim zaman rencide olmadığını bilâkis faydalı olduğunu ifade etti. Bu cevap karşısında Sözler’deki sinnen, cismen ve rütbeten büyük adamın namaz hakkındaki sözlerini düşündüm. Dilimden döndüğü kadar bu arkadaşıma anlattım.İnşallah namazına başlar ve hem dünyasını, hem de ahiretini kurtarır. Gençlik günlerim hatırıma geldi, rahmetli annemin bana ısrarla namazı vaktinde kılmam için yaptığı ikazları hatırladım. Demek ki aynı sorunları ben de yaşamışım. Benim avantajım Risâle-i Nurları okuma şansına sahip olmamdı. Bu eserler sayesinde ve okuduğum askerî okulun yasakçı uygulamalarının getirdiği “yasaklara karşı koyma isteği” sayesinde namazımı düzenli olarak kılmaya başladım. Beni ve bu arkadaşımı namazı kılmaktan alıkoyan şeyin insandaki “ebedî dünyada kalacakmış hayali” olan ve tul-i emel adı verilen duygunun olduğunu anladım. Evet insanın kendine yakıştıramadığı ölüm sayesinde bu hayal dünyasından uyanma imkânı vardır ve ancak ölümü hatıra getirmekle bu hastalıktan kurtulma çaresi bulunabilir. Tevehhüm-ü ebediyet denilen bu hastalık nedeniyle insan sanki hep bu dünyada kalacakmış gibi yanlış bir duyguya kapılır. İbadetler ve başta namaz hiç bitmeyecekmiş gibi insana usanç verir. Halbuki ecel her an insanı yakalayabilir. Kişinin yaşlı ve genç olmasına bakmaz. Eğer insan namaz gibi, hadiste “Dinin direğidir” şeklinde ifade edilen bu en önemli ibadeti yerine getirmez ise hayatının büyük bir bölümünü geçireceği kabirde ve sonsuz bir âlem olan âhirette ne büyük kayıplara uğrayacağı malumdur. Kur’ân-ı Kerim, Peygamberimiz (asm) ve geçmiş din büyüklerinin bu konuda yorum yapmaya gerek kalmayacak şekilde açıkça ifade ettikleri namaz kılma mecburiyetinin çok hikmetleri vardır. Bu hikmetlerin neler olduğunu Risale-i Nur’a havale edip tûl-i emelin ne gibi fenalıklara neden olduğu üzerinde duralım. Şeytan, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu daima unutturmaya çalışır. Dünyevî işleri ön plana çıkararak “Bak şimdi zengin olmak lâzım, dinî hizmetleri ancak böyle yapabilirsin” veya “Bak şu makamı ele geçirmen lâzım, o zaman herşey kolay olur”gibi aldatmacalara girerek o anda insanı mağlup eder, ibadetini geciktirir veya iptal ettirir. Fakat gerçekte insanın hayatı bulunduğu andır. Ne geçmiş günler ne de gelecek günlerin bir önemi yoktur. Dünyada insanların çoğu yapmayı planladıkları fakat yapamadıkları işlerin çokluğunu söyler. Ecel de insanı tam bu anda yakalar, gerçekten çok hazin bir tablodur bu yaşanan durum. Sorgu sual meleklerinin yüzüne bakamaz olursunuz. Halbuki tul-i emel yerine, gelecek günlerin daha gelmediğini düşünüp bütün gücünü o ana verip ibadetini yerine getirse ne büyük kâra geçecektir. Boşu boşuna elem çekmekten ve kendi kendine hayıflanmaktan kurtulur. Sonuç olarak en doğru yol, ibadetini zamanında yapmaktan geçiyor. İnsan o zaman kâinatın mânâsını daha iyi anlıyor. Kendisine düşman gibi görünen olaylara bir duâ etme vesilesi veya terakkiye fırsat olabilecek bir kamçı gözüyle bakarak hayatını anlamlandırabilir. Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayattan lezzet alır, hakikatını anlar ve hayatına bir güzellik katar.   Kaynak:ilimbahcesi.com

Comments

Popular posts from this blog

Üsküp'teki Türk Çarşısı yıllar sonra canlanıyor

Din Anlayışındaki Farklılıkların Nedenleri

Cyprus Peace Talks